Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem hanımlarına: “Sizin en hayırlınız, elleri uzun olanınızdır” buyurdu. Bunun üzerine her biri elini duvarın üzerine koyup, uzunluğunu ölçmek isteyince Nebî sallallâhü aleyhi vesellem: “Ben bunu kastetmedim. Fakat elleri ile en fazla hayır yapanı kastettim” buyurdu.
Muaz b. Cebel radıyallâhü anh ile Sa’lebe radıyallâhü anh, Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem’e “Kölelerimiz ve hısım-larımız var. Bunlara malımızdan ne şekilde ve ne miktarda har-cayalım?” diye sorduklarında Bakara sûresi 219. âyet-i kerimesi nâzil oldu: “Sana hangi şeyi nafaka olarak vereceklerini sorar-lar. De ki: İhtiyacınızdan artanı verin.”
Zekât farz kılınmadan önce, kazanç sahipleri bu âyete gö-re, her günkü kazançlarından kendilerine yetecek kadarını alır, gerisini tasadduk ederlerdi. Altın, gümüş gibi nakit sahipleri de, bir yıllık geçimini ayırır, geri kalanını Allah yolunda harcarlardı.
Hâkim b. Hizam radıyallâhü anh’den rivayetle; Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Sadakaların en değerlisi, verilen kimseyi ihtiyaçtan kurtarandır.”
Abdullah b. Ömer radıyallâhü anh’den rivayetle: “Üzeri-mizden öyle bir zaman geçti ki, hiç kimse kendine ait olan bir dinar yahut bir dirhemde Müslüman kardeşinden daha çok hak sahibi değildi. Şimdi ise dinarı ve dirhemi herhangi birimiz Müslüman kardeşinden daha çok sevmektedir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem’i şöyle buyururken işittim: “Kıyâmet gününde nice komşu komşusunu asılarak gelmiş olacak ve şöyle diyecektir: “Rabbim! Bu (komşum) kapısını yüzüme ka-pattı, bana yapabileceği iyiliği engelledi/yapmadı.”
Bugün, üzerinde yaşadığımız coğrafyadaki insanların bir kısmı son derece lüks ve refah içinde yaşarken; bir kısmı da yi-yecek bir lokma ekmeğe, kafalarını sokacak sıcak bir yuvaya, giyebilecekleri bir elbise ve ayakkabıya, hastalıklarına şifâ bu-lacakları doktora ve ilâca muhtaç olarak hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Allah-ü Teâlâ Müslüman zenginlerin mallarından fakirlere yetecek ka-darını vermelerini farz kıldı. Açlık ve çıplaklığın fakirlere yükle-diği zor ve zahmetli hayat; ancak zenginlerin cimriliği sebebiyle meydana gelir. Dikkat ediniz! Şüphesiz Allah, onları şiddetli bir hesapla hesaba çekecek ve onlara acıklı azabı tattıracaktır.”
“Mü’minin mü’mine karşı durumu, biri diğerinin gücünü pekiştiren yapı (taşları)na benzer.”
“Kıyâmet günü yoksullar sebebiyle vay zenginlerin hâli-ne!... Yoksullar şöyle diyecekler: ‘Rabbimiz! Senin bize ayırdı-ğın hakları vermemek suretiyle zenginler bize haksızlık ettiler.’
Allah-ü Teâlâ şöyle buyuracaktır: “İzzetim ve Celâlim hakkı için siz/fakirleri kendime yaklaştıracağım, o/zenginleri ise (rahmetimden) uzaklaştıracağım.” Bundan sonra Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem: “Onların mallarında isteyen ve (iffe-tinden dolayı dilenemeyen) yoksulun da bir hakkı vardır” âyetini okumuştur.”
Bu konu ile ilgili olarak Ali radıyallâhü anh şöyle diyor: “Allah zenginlere, mallarından fakirlerin ihtiyaçlarına yetecek kadar vermelerini emretti. Eğer fakirler yiyecek ve giyecek bula-mıyorlarsa, bu zenginlerin vazifelerini tam olarak yapmadıkla-rındandır.”
“Allah-ü Teâlâ kıyâmet gününde şöyle buyurur: “Ey Âde-moğlu! Beni doyurmanı istedim, doyurmadın.” Âdemoğlu: ‘Sen, Âlemlerin Rabbi iken ben, Seni nasıl doyurabilirdim?’ der. Allah-ü Teâlâ: “Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin. Eğer ona yiyecek verseydin, verdiğini Benim katımda bulaca-ğını bilmez misin?”
Abdullah İbn Mes’ud radıyallâhü anh’den rivayetle: “Kişinin sadaka olarak verdiği, sadaka isteyenin eline düşmeden önce, Allah-ü Teâlâ’nın eline geçer. Allah da onu, sadaka isteyenin eline koyar.”
Abdullah İbn Mes’ud radıyallâhü anh daha sonra şu âyeti okudu: “Onlar, bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah, kullarından tevbeleri kabul edecek ve sadakaları alacak O’dur. Şüphesiz tevbeleri kabul eden, esirgeyen O’dur.”
Kaynak