• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/Emet-Babuk-Bey-A%C5%9Fevi-167069560520459/
  • https://www.instagram.com/emet_babuk_bey_asevi/
ANADOLU EĞİTİM,KÜLTÜR VE AHLAK DERNEĞİ

FITIR SADAKASI/FİTRE

Fıtr sözlükte, “orucu açmak”, fıtra da “yaratılış” anlamına gelir. Türkçe’de fitre şeklinde söylenen “Fıtır Sadakası” dinî bir terim olarak şöyle tanımlanabilir: Ramazan Bayramına kavuşan ve temel ihtiyaçlarının dışında belli bir miktar mala sahip olan Müslümanların, kendileri ve velâyetleri altındaki kişiler için yerine getirmekle yükümlü oldukları mâlî bir ibâdettir.
“Allah için verdiğiniz herhangi bir şeyin yerine O; daha iyisini koyar.”
Sadaka-i Fıtır, Ramazan orucunun edâsının şükrü olarak fakirlere verilen bir sadakadır. Hicretin ikinci yılı Şaban Ayında, zekâttan önce meşru kılınmıştır.
Fıtır Sadakasının Önemi: Veki b. Cerrah radıyallâhü anh’den rivayetle: “Ramazan ayı için fıtır sadakası, namaz için sehiv secdesi gibidir. Secde namazın eksiğini tamamladığı gibi, fıtır sadakası da orucun eksiklerini tamamlar.”
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Fıtır sadakası oruçluyu boş, lüzumsuz ve çirkin sözlerden doğan günahlardan temizler; (aynı zamanda) düşkünlere de bir ziyafet ve ikramdır.”
Ömer radıyallâhü anh’den rivayetle: “(Tutulan) oruç(lar), fıtır sadakası ödeninceye kadar gökyüzü ile yeryüzü arasında hapsedilir. Fitrede üç şey mevcuttur: 1) Orucun kabûlü, 2) Ölüm sarhoşluğu, 3) Kabir azabından kurtuluş.”
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Fıtır sadakasını veren zengininizi Allah günahlardan arındırıp, malını temizler.”
Fıtır Sadakası, yerine getirilmesi gerekli malî bir ibâdettir. Yerine getirilmemesi, dinî sorumluluğu ve âhirette cezayı gerektiren bir harekettir.

 

Fıtır Sadakasıyla Mükellefiyet: Fıtır sadakasının dinen gerekmesinin sebebi, ilgili hadislere dayanılarak “sağ olma/sağ olarak Ramazan Bayramı’na kavuşmuş olma” şeklinde belirlenmiştir. Bu yüzden fıtır sadakası, fıkıh eserlerinde “baş”a izâfe edilerek “Zekâtü’r-ra’s/Baş zekâtı” şeklinde anılmıştır. Bir başka anlatımla fıtır sadakası yükümlülüğü, yüce Allah’ın kişiye (ve velâyeti altındakilere) canını bağışlamış olmasına karşılık bir şükran davranışı olmak üzere konmuş bir hükümdür. 

 

Vücûb Şartı: Ramazan bayramı vaktinde sağ olarak bulunmaktır. Ancak kendi ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan fakir bir Müslümanın, belirtilen vakte sağ olarak kavuşması, onun fıtır sadakası yükümlüsü olduğunu göstermez. Yükümlü sayılmak için bazı şartların bulunması gerekir ki, bunlar fıtır sadakasının vücûb şartlarıdır.

 

Fıtır Sadakasının Şartları:

 

1) Müslüman Olmak, Bir Müslüman gayri müslim olan kölesinin fitresini vermekle yükümlüdür.

 

2) Hür Olmak, Kölenin fitresini efendisi verir, Abdullah b. Ömer radıyallâhü anh’den rivayetle: “Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem fıtır sadakasını (vermeyi) küçük-büyük, hür-köle herkese zorunlu kılmıştır.” “Köle için sadaka-i fıtır’dan başka sadaka yoktur.”
Nâfi’ radıyallâhü anh’den rivayetle: “Abdullah b. Ömer radıyallâhü anh, Vadi’l-Kura ve Hayber’deki kölelerinin fitrelerini verirdi.”
3) Nisâba veya Nisap Miktarı Bir Kıymete Mâlik Olmak,  Ramazan ayının sonunda, borcundan ve aslî ihtiyaçlarından başka en az nisap miktarı malı: Altının nisâbı 20 miskal/80.18 gr. Gümüşün nisâbı 200 dirhem/561 gr. Hayvanların nisâbı 5 deve, 30 sığır, 40 koyun, Toprak ürünlerinin nisâbı 5 vesk/650 kg. Ticaret malları ile paraların nisâbı altın’a endekslenmek suretiyle tespit edilir.
Bu kadar mal varlığı olan Müslüman’ın fıtır sadakası vermesi vâciptir. Fıtır sadakasının vâcip olması için zekâtta olduğu gibi malın üzerinden bir yıl geçmesi ve artıcı nitelikte olması şart değildir.
Bir kimseye fıtır sadakası/fitre vermek vâcip olduktan sonra, bayram sabahı fecirden sonra malının yok olması hâlinde, zekâtta olduğu gibi fıtır sadakası/fitre verme zorunluluğu düşmez, her hal-ü kârda fıtır sadakasının/fitrenin verilmesi gerekir. Keyfi olarak ödenmemesi dinî sorumluluğu ve âhirette de cezayı gerektirir.
4) Ehliyet, Yükümlünün akıl ve bâliğ olması şart değildir. Nisap miktarı mala sahip olan çocuk ve akıl hastasının malından da fıtır sadakası verilmesi gerekir.
5) Velâyet ve Bakmakla Yükümlülük, Kişinin kendi dışındaki kimselerin fıtır sadakası ile yükümlü sayılması için, bunların kendi velâyeti altında olan ve bakmakla mükellef bulunduğu kimselerden olmaları gerekir. Buna göre:
Gerekli mal varlığına sahip bulunan bir Müslüman, velâyeti altında bulunan ve mal varlığı fıtır sadakası ödemeye elverişli olmayan küçüklerinin, akıl hastalarının fıtır sadakasını ödemekle yükümlüdür. 
Dini ölçülere göre, zengin olan kimsenin hem kendisinin hem de ergenlik çağına gelmemiş olan çocuklarının fıtır sadakalarını/fitrelerini vermesi vâciptir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Geçimini sağladığınız kimseler için fitre veriniz.”  
Fakir olan çocuğun babası ölmüş veya fakir ise babasının babası; yani dedesi, torununun fıtır sadakasını/fitresini verir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Fıtır sadakasını veren fakire gelince, onun vermiş olduğu fıtır sadakasından daha fazlasını Allah kendisine verir.”
Bir kimse, zengin olan karısının ve bülüğa ermiş çocuklarının fıtır sadakasını/fitresini vermekle mükellef/sorumlu değildir, bunlar fitrelerini kendileri vermelidir. “Esmâ binti Ebû Bekir radıyallâhü anhâ, âilesinden geçimini karşıladığı küçük büyük, hazır bulunan ve bulunmayan herkes adına fıtır sadakası verirmiş.”
Âile reisi, karısının ve âile içindeki bülüğa ermiş çocuklarının fıtır sadakasını/fitrelerini onların izni olmadan verebilir. Âile içinde olmayan bülüğa ermiş çocukların fıtır sadakasını/fitrelerini ise onların izni ile verebilir.
Bir kimse, babasının ve anasının fıtır sadakasını/fitrelerini vermekle yükümlü değildir.
Fıtır Sadakasını Verme Zamanı: Fıtır sadakası/fitre, Ramazan ayının girmesinden itibaren fakirlere verilen bir sadakadır. Bayram namazından önce, fecrin doğuşu ile (tan yerinin ağarması ile) vâcip olur. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Kim fıtır sadakasını/fitresini bayram namazından önce verirse, makbul bir zekât sevabına kavuşur; kim de bayram namazından sonra verirse, normal bir sadaka vermiş olur.”  
Nâfi’ radıyallâhü anh’den rivayetle: “Abdullah b. Ömer radıyallâhü anh, bayramdan iki, üç gün önce fitreyi toplayan kimseye fitrelerini gönderirdi.”
İbn Ömer radıyallâhü anh’den rivayetle: “Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem fıtır sadakasını/fitreyi, bayram namazına çıkmadan önce vermeyi emreder ve: “Böyle bir günde (muhtaç olanları,) istemek zorunda bırakmayın/onları zenginleştirin” buyururdu.
Bayram günü şafaktan evvel doğan çocuğun, şafaktan evvel zengin olan kimsenin ve şafaktan evvel Müslüman olan kimsenin üzerine fıtır sadakası/fitre vermek vâciptir.
Bayram gecesi şafaktan önce ölen kimsenin ve şafaktan önce fakir olan kimsenin üzerine fıtır sadakası/fitre vermek vâcip değildir. 
Fıtır Sadakası/Fitre Miktarları: Fitre, verilecek fakirin hayat şartlarına göre bir günlük (sabah-akşam) gıda ihtiyacı değil, fitre veren kimsenin kendi günlük (sabah-akşam) gıda tüketim ortalaması ölçü alınarak verilmesi gerekir. Kur’ân’da yemin keffâretiyle ilgili olarak: “Âilenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden… fakire yedirmek” ifadesi böyle bir ölçünün alınmasını haklı ve gerekli kılmaktadır.
İmam Şâfiî rahmetullâhi aleyh’in ictihadı da, herkesin ortalama olarak tükettiği yiyecek maddelerinden fitre vermesi gerektiği şeklindedir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Küçük büyük, hür köle için bir sa’ (yarım sa’ ) buğdayı, bir sa’ arpayı, bir sa’ kuru hurmayı, (kuru üzümü ya da kuru süt/keş ) fıtır sadakasını/fitre olarak veriniz.” “İnsanlar Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem zamanında fıtır sadakasını kuru süt/keş, arpa, kuru hurma ve kuru üzümden bir ölçek verirlerdi.”
Cinsi:                                             Miktarı:
1- Buğday                                    1.460 gr.
2- Arpa                                         2.920 gr.
3- Kuru üzüm                            2.920 gr.
4- Hurma                                    2.920 gr.
Bu gıda maddelerinin kendileri verilebileceği gibi para olarak değerleri de verilir. Hangisi fakirin yararına ise onu vermek daha uygundur.
Bir fıtır sadakası/fitre yalnız bir fakire verilir, birden fazlaya bölünmez. Ancak bir fakire, birden fazla fitre verilebilir.
Sadaka-i Fıtr’ın Ödeme Şekli: Niyet, fitre ayrılırken niyet edilebileceği gibi, onu verirken de niyet edilebilir. Niyet, bu ödemeyi Allah rızası için fitre olarak yaptığını gönülden geçirmek veya dil ile söylemekten ibarettir. Bunu fakire verirken “bu fitredir” demeye gerek yoktur.
Fitre, “temlik” sûretinde ödenmesi gerekir. Meselâ, fitre mükellefinin, bir fakirden alacağına mahsup ederek ona fitre ödemesi geçerli olmaz.
Zekât ve Fıtır Sadakası/Fitre Kimlere Verilir?: Allah-ü Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de buyuruyor ki: “Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak; ancak yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara, mukatep/hürriyetlerini satın almaya çalışan kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp, cihâd edenlere, yolcuya mahsustur. Allah pekiyi bilendir, hikmet sahibidir.”
“Bir adam Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem’e gelerek: “Bana zekât mallarından ver” dedi. Nebî sallallâhü aleyhi vesellem söyle buyurdu: “Allah-ü Teâlâ zekât konusunda ne Rasûlünün ne de başkasının vereceği hükme razı olmamıştır. Kendisi bu konuda hüküm vererek zekât verilecek yerleri (sekiz) sınıfa ayırmıştır. Eğer bu sınıflardan birisine dâhilsen sana zekât veririm.”  
Zekât Verilmesi Uygun Olan Kimseler:
1) Fakirler: Ev ve ev eşyası var olduğu halde ihtiyaçlarını karşılayamayan, nisap miktarından daha az malı bulunan kimseler,
2) Miskinler: Sağlık yönünden çalışamaz halde olan; yiyecek, giyecek gibi aslî ihtiyaçlarını kendisi te’min edemeyen kimselerdir, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Miskin kimse, birkaç hurma birkaç lokma diyerek, kapı kapı dolaşan kimse değildir. Miskin, ihtiyacı olduğu halde iffetinden dolayı istemeyendir.” İsterseniz Bakara sûresi 273. âyetini okuyunuz: “Onlar yüssüzlük ederek istemezler.”
Allah-ü Teâlâ buyuruyor ki: “Onların mallarında isteyenin ve (isteyemediği için) mahrum kalmışın hakkı vardır.”
Ebû Hüreyre radıyallâhü anh’den rivayetle; Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Miskin, birkaç hurma birkaç lokma diyerek, kapı kapı dolaşarak insanlardan isteyen kimse değildir.” Oradakiler: “Peki öyleyse miskin kimdir?” diye sordular. Nebî sallallâhü aleyhi vesellem: “İhtiyacını giderecek bir şey bulamayan, maddi durumu bilinmediği için kendisine bir şey verilmeyen, kalkıp istemediği için insanların arayıp sormadığı kimsedir” buyurdu.
3) Zekât Toplayıcı Memurlar: İbnü’s-Saidi el-Mâliki radıyallâhü anh’den rivayetle: “Ömer b. Hattab radıyallâhü anh bir sefer beni zekât toplamak için görevlendirmişti. İşim bitince topladıklarımı kendisine verdim, bana bir ücret verilmesini emretti. Ben de: “Ben bunu Allah rızası için yaptım, karşılığını da Allah’tan bekliyorum” dedim. O da şöyle dedi: “Verdiğimi al. Ben Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem zamanında bir işle görevlendirilmiştim; o zaman ben de aynı senin söylediğin gibi demiştim. Nebî sallallâhü aleyhi vesellem de bana şöyle buyurdu: “İstemediğin halde sana bir şey verilirse al, ye veya tasadduk et” dedi.”
Malları muhafaza eden bekçiler, hayvanları süren çobanlar ve yazıcı kâtipler fakir oldukları için değil de bu işlerde çalıştıkları için zekât almaları câiz görülmüştür. Bu hisse, onlara bir ücrettir. Zekât memurları zengin olsalar bile, çalıştıklarına karşılık zekâttan hisse alırlar. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Zekât ancak zekât memurlarına helâldir.”
Bu kimselerin Müslüman olmaları, kendisine zekât haram olan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem’in soyundan olmamaları gerekir.
Rabia b. Hâris radıyallâhü anh’den rivayetle: “Hâris radıyallâhü anh’in torunu Abdulmuttalib b. Rabia radıyallâhü anh’e ve yine Abdulmuttalib’in torunu Fadl b. Abbas radıyallâhü anh’e: “Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem’e gidin ve bizi zekât toplamakla görevlendir, deyin” dedim. Biz bu halde iken Ali b. Ebî Talib radıyallâhü anh geldi ve onlara: “Nebî sallallâhü aleyhi vesellem sizden hiçbirinizi zekât toplamakla görevlendirmez” dedi. Abdulmuttalib radıyallâhü anh olayın sonrasını şöyle anlatıyor: “Ben ve Fadl Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem’e gittik, bize: “Bu sadaka, insanların mallarının kirleridir, o yüzden sadakalar Muhammed ve O’nun soyu sopu için helâl değildir” buyurdu.
4) Müellefe-i Kulûb: Bunlar, îmanları zayıf olan veya Müslümanlara yaptıkları kötülükleri engelleyerek faydalı olmalarını sağlamak için kalplerini İslâm’a ısındırma ve İslâm üzere sabit kılma niyetiyle zekât verilen kişilerdir. İslâm âlimleri, müellefe-i kulûbu müslüman ve kâfir diye ikiye ayırmışlardır.
4. A) Müellefe-i Kulûb Olan Müslümanlar Dört Kısma Ayrılır. Bunlar:
A. a) Müslümanların lider ve reisleri olup kâfirlerden arkadaş ve dostları olanlardır. Onlara zekât verildiği zaman kâfir arkadaşlarının da Müslüman olmaları umulur. Ali radıyallâhü anh Yemen’de iken Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem’e bir miktar altın göndermişti. Nebî sallallâhü aleyhi vesellem o altınları dört kişi arasında paylaştırmıştı. Bunlar: Hanzala kabilesinden Akra b. Habis, Fezârî kabilesinden Uyeyne b. Bedr, bir yönden Âmirî kabilesine diğer yönden de Kilaboğulları kabilesine mensup Alkame b. Ulâse ve Tâî ve Nebhan oğullarından olan Zeyd idi. Kureyşin ileri gelenlerinden biri dedi ki: “Bizi bırakıp Necidlilerin büyüklerine mi veriyorsun?” Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem: “Onları İslâm’a ısındırmak için böyle yaptım” buyurdu.
A. b) Müslümanlardan îmanları zayıf olan liderlerin, milletleri arasında itibar edildikleri için onlara zekât vermekle İslâm’da kalmaları, îmanlarının kuvvetlenmesi, cihâd ve diğer konularda samimi davranmaları umulur.
A. c) Düşman beldelerine yakın hudut boylarında oturan Müslümanlar. Bu kimselerin, düşman hücum ettiği zaman gerideki Müslümanları düşmana karşı savunmaları ümit edildiği için bu kimselere zekât verilebilir.
A. d) Savaşmadan zekât almak mümkün olmayan kişilerden; ancak onlar aracılığı ile zekât toplamak mümkün olan Müslümanlardır. İslâm Devleti’ne böyle bir yardıma cesaret edebilmeleri amacıyla onlara, kalplerini İslâm’a ısındırmak için zekâttan pay verilmesi iki zarardan en hafifini ve iki maslahattan en uygununu tercih etmektir.
4. B) Müellefe-i Kulub Olan Kâfirler İse İki Kısımdır:
B. a) Zekât vermekle kalplerinin îmana ısınması umulan kimselerdir. Safvân b. Ümeyye radıyallâhü anh, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem ve ashabının Mekke’nin fethi gününde, orada bulunmadığı halde gıyaben kendisine eman verip durumunu gözetlemesi ve kendi kendine İslâm’ı seçmesi için O’na dört ay mühlet vermişti. Bu esnada Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem, Huneyn Gazvesi için çıkınca silahını emanet olarak ona bıraktı. Nebî (s.a.v) ganimetlerden ona, yüklü olarak pek çok deve verdi. O şöyle diyordu: “Bu develer, fakirlikten korkmayan kimselerin verdiği hediyelerdir. Vallâhi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem bana, bunları verdi. Daha önce bence insanların en kötüsü idi. Bunları vermeye devam ettikçe şimdi bana göre, insanların en sevimlisi oldu.”
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem’den Müslüman olmak üzere, her kim bir şey isterse, istediğini ona verirdi. Hatta bir kimse, O’ndan istekte bulundu. Bunun üzerine Nebî sallallâhü aleyhi vesellem, iki dağ arasındaki zekât koyunlarından ona, çok miktarda verilmesini emretti. Daha sonra bu kişi kavmine dönünce “Ey ahâli! Müslüman olun. Muhammed sallallâhü aleyhi vesellem, fakirlikten korkmadan bol bol dağıtıyor” dedi.
Mekke’nin ileri gelenlerine, Huneyn ganimetlerinden fazlaca veriliş Ensar’ı üzdü. Bunun üzerine Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem, Ensar’ı toplayarak onlara şöyle buyurdu: “Hakikâten Kureyş, câhiliyet ve musibetten yeni kurtulmuştur. Onun için Ben, onların gönüllerini almak ve kendilerini İslâm’a ısındırmak istedim.”
B. b) Şerrinden korkulan ve zekât verildiği zaman kötülüğüne engel olunacağı umulan kimse, İbn Abbas radıyallâhü anh’den rivayetle: “Bir kavim Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem’e gelirdi, eğer onlara zekâttan bir pay verirse İslâm’ı överler: “Bu iyi bir dindir” derlerdi. Eğer vermezse, İslâm’ı kötüler ve ayıplarlardı.”
Hanefî âlimleri; müellefe-i kulûb’un, İslâm’ın güçlenmesi ile ortadan kalkmış olduğu görüşündedirler. Uyeyne b. Hassan, Ekra’ b. Hâbis ve Abbas b. Mirdâs, Ebû Bekr radıyallâhü anh’e gelerek, zekâttan paylarını istediler. Ebû Bekr radıyallâhü anh, bir yazı ile onlara zekâttan verilmesini bildirdi. Bu kişiler yazıyı Ömer radıyallâhü anh’a getirince Hz. Ömer, yazıyı yırtıp attı ve onlara zekât vermeyip şöyle dedi: “Bu zekâta, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem kalplerinizi İslâm’a ısındırmak için izin veriyordu. Şimdi ise Allah celle celâlühü İslâm’ı azîz kılmıştır. İslâm’ın size ihtiyacı yoktur. Eğer İslâm’da kalırsanız ne iyi. Yoksa sizinle bizim aramızda kılıç vardır. “De ki: Hak Rabbinizdendir. İsteyen îman etsin. İsteyen inkâr etsin.” Sonra Ebû Bekr radıyallâhü anh’e geldiler: “Halife sen misin, yoksa Ömer mi? Bize yazı verdin, Ömer onu parçaladı” dediler. Bunun üzerine Ebû Bekir radıyallâhü anh: “Ömer’in isteği doğrudur” dedi.
5) Köleler: Efendisi ile bir bedel karşılığında âzâd edilmek üzere anlaşma yapmış köle ve câriyelerdir,
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem’e bir adam gelerek şöyle dedi: “Beni cennete yaklaştıracak ve cehennemden uzaklaştıracak bir amel söyle.” Nebî sallallâhü aleyhi vesellem buyurdu ki: “Can taşıyanları azad et ve kölelerin bağlarını çöz.” Bunun üzerine adam: “Ey Allah’ın Rasûlü! İkisi aynı değil midir?” deyince Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem: “Hayır, boynunu azad etmek, onu hürriyetine kavuşturmaktır. Boynundan bağı çözmek, eğer anlaşmalı bir köle ise parasını ödeme hususunda ona yardım etmektir” buyurdu.
Ebû Hüreyre radıyallâhü anh’den rivayetle; Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyurdu: “Üç kimse vardır ki, onlara yardım etmek Allah’ın üzerine bir haktır. Allah yolunda çarpışan mücâhid, Parasını ödemeye çalışan mükatep/anlaşmalı köle ve iffetini korumak için evlenen kişi.”
6) Borçlular: Borcundan fazla nisap miktarı mala sahip olmayan kimselerdir. Meselâ, bin TL. borcu, üç bin liralık malı olanın borç fazlası nisaptan az olduğu için kendisine zekât verilir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Zekât ancak borçlu olanlara helâldir.”
Kendi ihtiyacı için borçlananlar; yiyecek, giyecek, yakacak, evlenme, tedavi, konut, zaruri ev eşyası, ilim tahsili, çocuğunu evlendirme, tazminat ödeme… gibi meşrû ve mâkul ihtiyaçları için borçlananlar ile sel, yangın, deprem gibi felâketlere uğrayarak borçlu düşenlere ihtiyaçlarını giderecek, borçlarını ödeyecek kadar zekât verilebilir. Borçlu olan bir kişiye zekât vermek, borcu olmayan fakire vermekten efdaldir, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem zamanında bir adam, satın aldığı meyvelerden dolayı zarar etmiş, borçları da çoğalmıştı. Nebî sallallâhü aleyhi vesellem: ‘Ona tasaddukta bulunun’ dedi. İnsanlar ona yardım ettiler.”
6. a) Ödemekte zorluk çeken bir borçluya mühlet vermek sadakadır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Her kim, bir müslümanın dünya sıkıntılarından bir sıkıntısını giderecek olursa, Allah da onun kıyâmet günü sıkıntılarından bir sıkıntısını giderecektir. Her kim, ödeme zorluğu çeken kimseye kolaylık sağlarsa, Allah da ona dünyada da âhirette de kolaylık sağlar… Kul kardeşine yardımcı olmayı sürdürdüğü sürece Allah da kuluna yardımcı olur.”
Câbir radıyallâhü anh’den rivayetle; Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Kim ödeme zorluğu çeken bir borçluya süre verir(se, ertelediği her gün sayısınca o kimseye sadaka sevabı yazılır. Kim de vadesi geçtikten sonra ertelerse, borç miktarı kadar o kimseye sadaka sevabı yazılır. ) Yahut onun borcunun bir kısmını silerse, Allah da onu, kıyâmet günü hiçbir gölgenin olmadığı günde kendi arşının gölgesinde gölgelendirecektir.”  
“Geçmiş toplumlardan bir kimse hesaba çekildi, hayır adına hiçbir işine rastlanmadı. Zengin olan bu kimsenin insanlarla beraber olduğu görevli personeline, eli dar olan kimselerin borçlarının ertelenmesi emrini verdiği bilinirdi. Allah celle celâlühü: “Bu ikramı yapmaya biz, o kimseden daha layıkız, dolayısıyla onun günahlarından vazgeçin” buyurdu.
Allah-ü Teâlâ buyuruyor ki: “Eğer (borçlu) darlık içinde ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek (gerekir.) Eğer (gerçekleri) anlarsanız, bunu sadakaya saymak sizin için daha hayırlıdır.”  
Bir kimse, borçlanana kefil olur, sonra da o borcu ödemek zorunda kalır, malını mülkünü tüketirse, bu kişi zekât alabilir. Kâbîsa b. Muharik radıyallâhü anh’den rivayetle: “Bir olayda kefil olmuş ve pek çok borcu yüklenmiştim. Bu konuda bir şeyler istemek için Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem’e geldim. Bana: “Kâbîsa, biraz bekle! Zekât gelirse, sana verilmesini emrederim” buyurdu.
6. b) Sonra Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem konuşmasını şöyle sürdürdü: “Kâbîsa! Dilenmek üç kimseye helâldir: İki kişi arasında kefil olup, borç yükü altında kalmış kimseye, ödenmesi gereken meblağın tedarik edilmesine kadar dilenmesi, istemesi helâldir. Bir âfete uğramış, malını mülkünü kaybetmiş kimsenin yaşayabilecek duruma gelinceye kadar dilenmesi ve istemesi helâldir. Yoksul ve fakir olduğuna üç kişinin şâhitlik ettiği kimse de geçinebilecek kadar malı toplayıncaya kadar isteyip dilenebilir. Ey Kâbîsa! Bu üç durum dışındaki dilenmek ve istemek haramdır, dilenirse dilenen kimse haram yemiş olur.”
Bir günlük ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar malı olan kimse dilenemez. Allah-ü Teâlâ buyuruyor ki: “Onlar, insanlardan yüzsüzlük edip bir şey istemezler.”
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Kimin yanında kendisine yetecek malı olur ve dilenirse, o kimse ateşini çoğaltmış olur.” Oradakiler: “Ey Allah’ın Rasûlü! Kişiye yetecek mal miktarı nedir?” dediler. Nebî sallallâhü aleyhi vesellem: “Bir ukiyye = kırk dirhem gümüş veya kendisine yetecek kadar sabah ve akşam yemeğidir” buyurdu.
“Zengin, güçlü, kuvvetli kimseye dilenmek helâl değildir. Ancak aşırı derecede fakirlik veya aşırı borçlu olana câizdir. Kim malını artırmak için insanlardan dilenirse, kıyâmet günü dilenmesinin bir işâreti olarak yüzünde tırnak izi, yara ve bere olarak ve cehennemden alıp, yiyeceği kızgın bir taş olacaktır. Dileyen bu işâretlerini ve yiyeceğini azaltsın veya çoğaltsın.”
“Dilenen (kimse,) huzur-u ilâhiye yüzünde et olmaksızın çıkacaktır.”
“Dilenmek yüzü tırmalatmak demektir. İnsan dilendiği için yüzünü tırmalatır. Fakat gerçekten muhtaç birinin istemesi veya devlet yetkilisinden bir şeyler istemesi bunun dışındadır.”
Hakîm b. Hızam radıyallâhü anh’den rivâyetle: Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem’den istedim, verdi. Sonra istedim yine verdi. Yine istedim yine verdi ve şöyle buyurdu: “Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır, gönül hoşluğuyla alan kimse için bereketlenir. Her kim de ona göz dikerek alırsa, o malda kendisine bereket verilmez. Böyle kimseler, yiyip de doymayan kimseler gibidir.”
“Doğrusu sizden birisi Bana gelip, Benden (hak etmediği halde) bir şeyler istiyor, Ben de ona (istediği şeyleri) veriyorum. O da koynunda ancak ateş taşıyarak gidiyor.”
“Her kim, malını çoğaltmak için insanlardan mallarını isterse; o ancak ve ancak ateşten bir parça istemiş olur. Kim de ihtiyacı olmadığı halde insanlardan isterse bu, başta ağrıya, karında da hastalığa sebeptir.”
“Kim (dilenmekten) sakınmak isterse, Allah o kimseyi iffetli kılar. Kim de elindekilerle yetinirse, Allah onu zengin kılar.”  
“Bir kimseye yokluk isabet eder de o kimse, hâlini Allah’a arz etmesi gerekirken insanlara arz ederse, o yokluk kapısı ona kapatılmaz. Kim de fakirliğini Allah’a arz ederse, Allah onu çabukça zengin kılar ya çabuk bir ölümle veya çabuk zenginlikle.”  
“Müslüman olup da kendisine yetecek kadar rızık verilen ve Allah’ın kendisine verdiğine kanaat eden kimse, muhakkak kurtulmuştur.”
7) Allah Yolundakiler: İslâm’ın korunması ve tebliği için yapılan savaşlara/cihâda katılanlardır. Zekât, bizzat cihâda katılanlara ve cihâd için gerekli harp aletleri ve mühimmatı için verilir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Zekât ancak Allah yolunda cihâd eden mücâhidlere helâldir.”
Ancak cihâd, sadece askeri savaşa mahsus değildir. Fikrî, ilmî, sosyal, ekonomik ve siyasî savaşlar da vardır. Bu durumda hedefin İslâmiyetin yüceltilmesi, İslâm yurdunun korunması ve kurtarılması, İslâma yönelen her çeşit tehlikenin önlenmesi olan askerî, fikrî, ilmî, sosyal, ekonomik, siyasî… mücâdele ve faaliyetler “Allah yolunda” ele alınmalıdır.
Hac için yola çıkıp parasız kalanlar da “Allah yolunda”dır.
Bu faaliyetlerin hepsi için zekât bütçesinde pay vardır.
8) Yolcu: Memleketinde malı olmakla birlikte bulunduğu yerde malı, parası olmayan, yani parasızlıktan yolda kalmış kimse demektir. Gurbette, herhangi bir sebeple muhtaç duruma düşen kişi memleketinde malı da olsa, o maldan yararlanamadığı sürece fakir gibidir, bunlara memleketlerine varacak kadar zekât verilebilir.
İbrahim en-Nehâi rahmetullâhi aleyh’den rivayetle: “Eğer mal, sekiz sınıfa yetecek kadar ise, bu sınıfların hepsine taksim edilir. Eğer az ise, sadece bir sınıfa vermek câizdir.”
Zekât kimlere verilirse, fıtır sadakası/fitre de onlara verilir.
Fıtır Sadaka İle İlgili Genel Hükümler: Zekât ve fitre
a) Usul: Anne, baba ve onların anne, baba ve dedeleri ile nineleri,
b) Füruû: Evlatlar, torunlar ve torunların torunları,
c) Zengin/artıcı nitelikte olsun olmasın nisap miktarı malı olan kişilere,
d) Kadın kocasına, koca da hanımına zekât ve fitre veremez.
Zekât ve fıtır sadakasında/fitrede öncelik; bakmakla yükümlü olmadığımız erkek ve kız kardeşlerimiz, bunlardan olan yeğenlerimiz, amca, dayı, hala, teyze ve diğer akrabalarımız ile komşularımızdır.

KAYNAK